İNANÇ ÜZERİNE

 

Kalıplarımızdan sıyrılıp en başa dönelim:

İnanç kelimesinin karşılığı birisine duyulan güven ve inanma duygusu olarak tanımlanıyor Türk Dil Kurumu sözlüğünde. İnanılan bir görüş, bir öğreti veya Tanrı da olsa gönülden bağlı bulunma ifadesi kullanılıyor.

İnanmak kelimesinin içinde (henüz) maddesel olarak görmesek de zihinsel olarak temsil ettiğimiz bir olgu var. Hayat amaçlarımız, dileklerimiz ve isteklerimiz için de aynı noktadayız.

İnancımızın ne olduğu değil, inanmak eyleminin kendisi burada ön plana çıkıyor. Çünkü aslında neye inanırsak veya inanmazsak sonuçta dönüp geldiğimiz yer her zaman olduğu gibi kendimize ne kadar inandığımız veya şüphe duyduğumuz ile ilgilidir.

İnsanoğlu, kendine doğrudan inanmadığı için, genelde araya farklı bir kavram koyarak zihnine daha kolay hâkim olabilir. Gerçekte gelmemiz gereken nokta, amaca doğru ilerlediğimiz sürece, kendi yaratıcılığımıza tam olarak güvendiğimiz yerdir ki orada araya farklı bir inanç objesi koymadan da cümleler kurabiliyor olacağız.

Eski Yunan’da bu konuda iki terim göze çarpıyor: pistis (güven) ve doxa (kabul).

Yaptığımız Hayat Amacı atölye çalışmasında inanç kelimesini kullandığımız nokta bu ikisinin kesiştiği yerdir. Haftalar geçtikçe, gerçekleşen dileklerle ilgili mail sayısı artıyor. Bu sadece bir grupta değil, her grupta aynı oluyor. Bazı olguların zihinsel olarak kabul edilmesi, şüphe duyulmadan ve güvenerek inanılması, o olgu ne olursa olsun, olmayanı oldurmakta bize yardımcı oluyor.

Her zaman verdiğim bir örnekle sonlandırayım:

Akşam olup güneş battığında, hiçbirimiz sabah onun yeniden parlayacağı ile ilgili bir şüphe duymuyoruz. Her sabah yeniden doğacağını bildiğimiz için karanlığın basması bizi korkutmuyor. Güneşin doğup doğmayacağını bilmeseydiniz, karanlık geldiğinde nasıl hissedeceğinizi hayal edin. Kendinizi çok çaresiz, tedirgin ve ışığı özlerken bulurdunuz büyük ihtimalle.

…ama şimdi güneşin doğacağına olan inancımız tamken, bu ne kadar saçma gözüküyor değil mi?

Related posts

Leave a Comment